Türkiye’nin sanatla dolup taşan şehirlerinden İstanbul, Ankara ve İzmir’de bulunan tiyatro, sergi, atölye gibi etkinlikleri derleyen Haftanın Sanat Rotası, bu hafta kırk yedinci sayısıyla sizlerle. Bu haftanın derlemesinde birbirinden farklı sergiler ve tiyatro oyunları yer alıyor.
Her hafta cuma günü yayımlanan Haftanın Sanat Rotası’nda bu hafta 9-15 Ağustos tarihlerindeki etkinliklerine yer veriliyor.
İşte İstanbul, Ankara ve İzmir’de sizler için derlediğimiz kültür sanat etkinlikleri:
İstanbul’da bu hafta
-Geriye Dönme
EVİN ve Casa dell’Arte arasındaki uzun soluklu işbirliğinin üçüncü halkası olan sergi Rahmi Aksungur, Setenay Alpsoy, Kader Genç, Hakan Gürsoytrak, Ilgaz Gürün, Temür Köran, Emin Turan, Devin Oktar Yalkın ve Mehmet Sinan Yücel’in yapıtlarını Casa dell’Arte Bodrum’da bir araya getiriyor. İki köklü kurumun ortak hafızasından beslenen ve yeni kuşakların kurduğu bağlarla güçlenen sergi aynı zamanda, EVİN’in 2025 – 2026 sezonu boyunca kutlayacağı 30. yılına eşlik eden projeler dizisinin ilk adımı olma niteliğini taşıyor.
Serginin kavramsal çerçevesine çift anlamlı bir katman kazandıran “Geriye Dönme” başlığı, geriye dönmek eylemiyle mekânsal ve duygusal bir hatırlamaya işaret ederken bir yandan da zaman içinde geri dönüşün mümkün olmadığını, geçmişle ancak bugünün deneyim ve bakış açısıyla bağ kurabileceğimizi vurguluyor. Sergi, bu karşılaşmanın sunduğu çoğul anlamlar üzerinden, hatırlama ve dönüşün imkânlarını birlikte düşünmeye çağırıyor.
-Muhammed Ali
“Ne güzel değil mi sessizlik?
İnsan hiçbir şey yapmayınca ne güzel oluyor; her şey susuyor, her şey duruyor.
Ben de bekliyorum.
Kabuk değiştirmeyi, vurmayı…
Gerçek bir Muhammed Ali gibi vurabilmeyi bekliyorum.”
Yaşadığı dönüşümün dışına itilen kim varsa, kırılan bir camla bir gencin sıkılı yumruğu arasında saklanıyor. Toplumsal temsiliyet, ailevi teslimiyet ve bireysel özgürlük üçgeninde genç Muhammed Ali, hayatını böcek kabuklarıyla birlikte lam ve lamel arasına sıkıştırıp keşfetmeye çalışıyor.
Yıkıntıların, kayıpların, vazgeçişlerin, aşkın, cesaretin ve yenilginin sessiz gardında dururken; geçim sıkıntısı, çaresizlik ve yetersizlik kroşeleriyle savruluyor. Muhammed Ali, kendini yeniden doğurmaya her yeltendiğinde kalabalığın sancısını çekip, diğerleriyle her vedalaşmasında kendi vasiyetini okuyor.
Gerçek bir Muhammed Ali gibi vurmayı beklerken, ringde bambaşka bir Muhammed Ali yaratıyor ve hikâyesine atılan tüm taşları avucunda tutuyor.
-Lüküs Hayat
Lüküs Hayat Kabare Metin Zakoğlu’ndan Cemal Reşit Rey ‘in ünlü Opereti Lüküs Hayat’a kabare tadında bambaşka bir yorum. Daha çağdaş daha bugün ama yine de geçmişin içinden bugüne dokunan bir reji… Bazen seyircilerin içinde bazen de seyirciler oyunun içinde. Bu Lüküs Hayat’a bayılacaksınız, doyamayacaksınız.
-Fosforlu Cevriye
Anne babasını tanımadığı için gökteki yıldızlardan doğduğuna inanan, denizin kucağında bir sokak çocuğu olarak büyüyen, Galata mevkiinde karnını doyurabilmek için “icra-i sanat” eyleyen Cevriye, sıradan bir sokak kızı değil aslında İstanbul sokaklarının ta kendisidir. Hastalık ve soğuktan ölüme yaklaştığı o gece, karşısına çıkan esrarengiz bir Adam sayesinde hayata ve kara sevdaya tutunur. Cevriye’nin daha önce tanıdığı erkeklere hiç benzemeyen ve ona “siz” diye hitap eden bu Adam aslında gizli yaşayan bir idam mahkûmudur. Cevriye onu tanıdığı günden sonra artık bambaşka bir “insan” olmuştur. Hapis, sürgün, aradan geçen zaman ve türlü belalara rağmen bu aşktan vazgeçmeyen Cevriye, sevdiği için her şeyi göze alacaktır.
Oyunda 1930-40’lı yılların İstanbul’u zengin tasvirleriyle sunuluyor. Mahallelerin arka sokaklarında, hapishanelerinde, batakhanelerinde hayata tutunmaya çalışan kadınların, annelerin, çocukların ve afilli delikanlıların otoriteyle olan ilişkisi çarpıcı öykülerle aktarılıyor.
Suat Derviş, 60’lı yılların başında Türkiye’ye döndüğünde siyasi-mesleki ve maddi anlamda zorlu bir dönemden geçiyordu. “Fosforlu Cevriye” romanını yayınevlerine teklif ediyor fakat ne yazık her seferinde reddediliyordu. Suat Hanım’ın büyük arzusu, bu eserin yayınlanmasından öte, bir “müzikal” olarak oyunlaştırıldığını görmekti… Bunun için ilk görüştüğü kişi genç aktris Gülriz Sururi idi… Gülriz Hanım’ın da arzusu oyunu Şehir Tiyatroları’nda sahnelemekti…
“Karanlık bir gecede gökten düşüp parçalanan bir yıldız gibi…” kalbimizde iz bırakan Suat Derviş’e, Reşat Fuat Baraner’e, Nazım Hikmet’e ve Gülriz Sururi’ye sevgiyle…
Ankara’da bu hafta
-Semiriciler (Işık Oyuncuları)
İranlı yazar, Gulam Hüseyin Saedi’nin yazdığı “Semiriciler” adli üç perdeli tiyatro oyunudur. Yazarın en siyasi eserlerinden biri olan bu oyunda fiziksel ve ruhsal işkence , zorla itiraf ettirme ve beyin yıkama gibi siyasi mahpuslara uygulanan insan haklarına aykırı işkenceler gözler önüne serilmektedir. Gulam Hüseyin Saedi bu eserinde diktatör rejimlerin toplumun aydın kesimlerine karşı tutumunu sergilemektedir. Ayrıca halkı düşünmekten uzaklaştırarak sadece ilkel ihtiyaçlarının peşinden koşan varlıklara dönüştürüldüğünü en iyi şekilde tasvir etmektedir.
Semiriciler adlı oyunda muhalif bir gazeteci işlemediği bir suç ile tevkif edilir. onun üzerine yazarın hayranı olan biri tarafından saklanır. Dış dünya ile bağı kopan yazarın gerçeklikle arasında artık duvarlar vardır. Hep dışarıda olanların anlatıldığı gazeteci yazar her zaman cesur bir şekilde eleştirdiği başkanı öldürmekle suçlanmakta ve medyanın baskıcı egemenliği ile işlemediği bu suç onun işlediği şekilde gösterilmektedir. Yazar absürt bir şekilde yazarın amcasının ve hocasının da bulunduğu ve başında genç bir hakimin olduğu bir kurul tarafından sorgulanır, yargılanır ve yok edilir. Yazarın işlemediği bir suçun medyada işlenmiş gibi gösterilmesi çağımızdaki dezenformasyona iyi bir örnektir.
Bu projenin gerçekleşmesine oldukça ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz. Çağımız dezenformasyon çağı. Bunun bilincine varmamız gerekiyor. İnsanları da bu konuda açıkça bilgilendirmek gerekiyor ki onlara sunulan her bir bilginin gerçekliğini sorgulasınlar. Doğru bilgiye ulaşmak herkesin hakkı ve en temel insan haklarından biri. Bilgi kirliliği kavramını toplumun her kesiminin idrak etmesi gerekiyor. Bilgi kirliliği ile ilgili bir farkındalık yaratmak bu dezenformasyona dayanarak yapılan her türlü baskıya, siyasi erk üstünlüğüne hatta işkenceye ve hatta cinayete hayır demek ve bahane bulunan insanlık dışı her tutuma engel olmaktır.
Bilgi kirliliği, dezenformasyon ve bu çarpık medya egemenliği toplumun tüm kesimlerini etkilemektedir. Doğru bilgiye ulaşma hakkı günümüzde en çok ihlal edilen haklarımız arasındadır. Dünyanın her yerinde yanlış bilgilerle kurgulanan siyasetin yönlendirici ve manipülatif (Güdümleyici) tavrı egemenliğini sürdürmektedir. Oyun bu konuyu ele almaktadır.
-Bir Delinin Hatıra Defteri
Nikolay’ın diktatör dönemlerinde hayatını sürdürmüş küçük bir devlet memurunun yaşam hikayesine odaklanan oyun, ana kahraman Popriçin’in delirmeye doğru giden yolunu anlatır. Sürdürdüğü bunaltıcı ve monoton hayata bir de üstünün kızına duyduğu tutku eklenince ortasında bulunduğu karmaşa iyiden iyiye büyür. Aksenti İvanoviç Popriçin’in dikta sistemde boyun eğmeme uğraşları ve yaşadığı psikolojik tramvalar kendisini İspanya Kralı zannetmesine kadar sürer gider ve akıl hastanesine kapatılmasıyla son bulur.
-Baştan Çıkarıcının Günlüğü
Yaşadığımız bu dünyanın arkasında, gerilerde bir yerde bir başka dünya daha vardır; insan şeffaf bir tül ardından bakar gibidir ve tülden bir dünya görünür, daha hafif, daha ruhani, gerçek dünyadan farklı niteliklerde. Birçokları kendilerini bedensel olarak var oldukları bu dünyadan ziyade o diğer dünyaya aitmiş gibi hissederler.
Baştan çıkarıcı, hayatını şiirsel bir şekilde yaşama görevine adamış biri. Hayatı ilginç kılan deneyimleri bulmak için ziyadesiyle gelişmiş uzuvları ilgi çekici. O, anın estetiğinden kendince keyif almak, sonra da kendinin estetik keyfine varmak için gerçekliği bir araç olarak kullandı.
Gerçeklik, yeterli bir dürtü değildi onun için, o gerçeklikle birlikte yükselemezdi, zayıf olduğu için değil, hayır, o çok güçlüydü aslında bu güçtü onun illeti. Gerçeklik onun için anlamını yitirince korumasız kalırdı, işte ondaki kötülük bunda gizliydi.
Dünyadakilere…
-Gece
İki insan, iki hamal, iki yitik hayat… Gece kadar karanlık bahtlarından kurtulmak isteyen iki duygu, son bir umutla çırpındıkça iyice kirlenir ve yitip giderler. Gecenin karanlığı onları bir çırpıda yutar.
İzmir’de bu hafta
-Nora 2
Oyun, Henrik Ibsen’in ünlü oyunu Nora (Bir Bebek Evi)‘nın devamı olarak Amerikalı oyun yazarı Lucas Hnath tarafından 2017 yılında yazılmıştır.
Ibsen’in metninin finalinde Nora, kocasını ve üç çocuğunu geride bırakarak evini terk eder. Lucas Hnath oyunu yazmaya başlarken aklında iki fikir olduğunu söylüyor: Birincisi bir kapı çalacak (Bu kapı, Nora’nın 15 yıl önce çıkıp gittiği evin kapısıdır.), ikincisi Torvald (Bu erkek, Nora’nın 15 yıl önce terk ettiği kocasıdır.) ve Nora, Ibsen’in metninde yapmadıkları şeyi, gerçek bir tartışmayı (yazarın deyişiyle ‘boka batmak’) yapacaklar. Dolayısıyla bir kapı çalınır, Anne Marie (Bu kadın, Nora’yı da, Nora gidince Nora’nın üç çocuğunu da büyüten kadındır.) kapıyı açar, gelen Nora’dır; tam 15 yıldır kendisinden hiç bir haber alınamayan, öldü zannedilen Nora. Ve oyun başlar.
-80 Günde Dünya Turu
Phileas Fogg dünya turunu tamamlayan kişinin çok önemli bir bilgi öğreneceğini bilir.Bir gün bu bilgiyi öğrenmek için uşağı Passepartout ile dünya turuna çıkar. Yolculuk sırasında tren yolculuklarından gemi seferlerine, vahşi yaşamdan yamyamalara ve hatta sirke bile dahil olan Fogg ve Passepartout büyük bir maceraya atılır. Bu serüvende dostluğu, sevgiyi, birlikte olmayı başarmak için mücadele etmeyi ve bir çok kazanımlar elde ederler.
Acaba seksen günde dünya turunu tamamlayabilecekler mi? Dünya Turunu engellemek için Dedektif Fix’in planları işe yaracak mı? Dünya turunu tamamlayanın kazanacağı bilgiyi öğrenebilecek mi? Bu büyük maceraya hazır mıyız?
Phileas Fogg dünya turunu tamamlayan kişinin çok önemli bir bilgi öğreneceğini bilir.Bir gün bu bilgiyi öğrenmek için uşağı Passepartout ile dünya turuna çıkar. Ancak Dedektif Fix soyulan bankanın soyguncusunun Bay Fogg olduğunu düşünür ve peşine düşer. Yolculuk sırasında türlü aksiliklere göğüs geren Fogg ve Passepartout , hindistanda bir kadını kurtarıp yolculuklarına devam ederler.Trenler, gemiler, fil yolculuğundan bir çok ülke gezisi ile seksen günde dünya turunu tamamlayamaya çalışırlar.Ancak Dedektif Fix seksen günde tamamlamaya çok yakın olduklarında Bay Fogg’u banka soyguncusu olduğu için tutuklar ve seksen günde dünya turunu tamamlayamadıklarını düşünürler. Madam Aouda ile tanısan Bay Fogg yine de mutsuz değildir. Çok önemli bir dost ve Hayatının aşkını bulmuştur. Ancak Dedektif Fix yaptıgı hatayı fark edip özür dilemeye döndüğünde 79. günde geldiklerini anlarlar ve dünya turunu da tamamlamanın mutluluğunu yaşarlar. Bu tur ile arkadaşlığın, sevginin, bir arada olmanın ne kadar önemli olduğunu anlarlar ve önemli olanın bu dünya turunu tamamlamaktan ziyade elde edilen kazanımlar olduğunu öğrenir.
-Işıltılı Haşereler
Gerçekleri mi görmek hoşunuza gider hayalleri mi? Belki de ikisi için tek ihtiyacınız olan şey biraz parıltı! Ve biraz daha! Hatta daha da fazla! Çünkü bazen en rahatsız edici şeyleri en parlak ışıltılar altında görmek gerekir. Hazırsanız gözlerinizi kısmadan bakmaya gelin! Unutmayın ışık ne kadar parlaksa gölgeler o kadar net görünür!